Bu röportaj ile birlikte Cereyanlı Musiki’de yeni bir seri başlatıyoruz “Synthesizer Meraklıları Röportajları”. Fırsat ve zaman buldukça Türkiye’deki Synthesizer’a gönül vermiş kişileri sitemizde misafir edip onlara Synthesizer’lar hakkında çeşitli sorular soracağız.
Bu kişilerden ilk’i bir çoğunuzun yakından tanıdığı bir isim Teoman Pasinlioğlu. Teoman Pasinlioğlu Türkiye’deki Synthesizer’lar üzerine yazılmış tek kitap “Synthesizer Teknolojileri ve Programlama”nın yazarlarından biri.
Müzik ile ilgilenmeye nasıl başladınız?
Müziğe çocukluk döneminden itibaren bir merakım vardı, ancak belki de ciddi olarak ilgilenmem lise yıllarımda müzik hocamızdan aldığım özel piyano/org dersleri vasıtasıyla başladı diyebilirim. O yıllarda, Casio ve Yamaha gibi markaların irili ufaklı ürünleri birçok insan gibi benim de makul bütçelerle müzik dünyasına adım atmama vesile olmuştur. Ama işin ilginç tarafı şu; dinleyici olarak müziğe her zaman bir ilgim olsa da öğrenciliğimde müzik derslerinden nefret ederdim ve genellikle seçmeli olan diğer alternatif derslere girerdim. Belki de merakım elektronik sesler ve dolayısıyla müziğe idi.
Şu anda sahip olduğunuz synthesizer’lardan bahseder misiniz?
Şu an 20 civarında “hardware” synthesizer’ım var. 10 tane kadar da bilgisayarımda “software” synthesizer var. Tabii 80’ler çocuğu olduğum için sahip olduğum cihazların önemli bir çoğunluğu vintage statüsünde cihazlar. Hemen hepsi tam fonksiyonel durumda, bazılarının ufak tefek bakıma ihtiyacı var elbette ama yine de biraz çaba ile problemsiz anlarını yakalayabiliyorum. Sıralamak gerekirse, gençlik yıllarımın önemli synthesizer figürlerinden Yamaha DX-7 Mk-1’den iki tane, Sequential Circuits Prophet-5 (Rev 3.2), Oberheim OB-8, Korg Trident Mk-1, Roland Juno-106, E-mu Emax-II, Roland D-50, Roland JD-800, Crumar Orchestrator, E-mu E6400, Casio CZ-1, Casio HT3000 ve HT6000, Akai CD3000-XL, yeni jenerasyon cihazlardan da Alesis A6 Andromeda, DSI PolyEvolver Rack ve Waldorf Blofeld mevcut. Tabii geçmişte Nord Lead 2X ve 3, OB-12, Waldorf Q gibi virtual analog türler de vardı ama zamanla sanırım eski synthesizer’ların o daha organik ve kirli seslerine olan aşinalığım ve eğilimim sebebiyle daha eski modelleri elimde tutmaya karar verdim. Software synthesizer’lar içerisinde ise ekibinin bir parçası olmaktan gurur duyduğum Türk üretimi KV331 Audio SynthMaster, Arturia MiniMoog V, Moog Modular V, CS-80 V, G-Force Oddity ve Imposcar ve birkaç tane daha synthesizer sahibiyim.
İlk Synthesizerınız?
Klavye çalmayı öğrenmeye başladığım nispeten amatör orgları saymazsam, sahip olduğum ilk ciddi synthesizer Yamaha DX-7’dir. Aslında o yıllarda internetin olmaması, teknik kaynakların çok sınırlı olması ve lise öğrencisi iken sahip olduğum İngilizce düzeyimin yetersizliği belki de DX-7’nin başlangıç için oldukça yanlış bir seçim olduğunu düşündürmüştür bana. Bugün bile oldukça karmaşık bir ses sentez paradigmasına sahip olan DX-7 o yıllarda profesyoneller tarafından bile daha çok preset sesleri ile kullanılıyordu ve üçüncü parti ses bankası üreten firmaların doğuşu bu cihaz sayesinde olmuştur. Tabii kardeşimin de yine benim gibi müzik ile faal şekilde ilgilenmesi sonucu daha sonraları Roland D-70 ve XP-50 gibi synthesizer’larla devam eden bir tanışıklık dönemi oldu.
En favori synthesizerınız?
Sanırım en favori synthesizer’ım Prophet-5. Amerikan sound’u olarak bilinen ve genellikle 80’li yılların birçok ürününde kullanılan Curtis entegre devreleri ile özdeşleşen ses karakterine iyi bir örnek teşkil eden Prophet-5 bana göre oldukça doğal ve akustik bir ses tonuna sahip ve bu sebeple kulak yorgunluğu yaratmayan bir synthesizer. Youtube’de izleyeceğiniz videolarda olduğundan çok daha etkileyici bir ses karakterine sahip. Aynı entegreleri kullanan Oberheim synthesizer’lar da yine benzer bir karaktere sahip, belki iki marka arasında bir seçim yapmak son derece zor ama Prophet’lerde başka bir şey var kesinlikle. Bu noktada bir parantez açayım, Amerikan sound’u olarak bilinen ve Japon rakiplere kıyasla daha kuru bir karaktere sahip olan bu tona yine ilk versiyon Prophet’lerde kullanılan SSM entegre devreleri ve MiniMoog’ların yaygınlaştırdığı ses tonu da dahil edilmelidir. Dijital synthesizer’lar açısından baktığımızda DX-7 ve D-50 ayrı bir yere sahipler benim için.
Sahip olmadığınız ama olmak istediğiniz synthesizer?
Şu an itibarıyle fiyatı astronomik değerlere ulaşmış olan yine 80’ler ürünü bir synthesizer olan Roland Jupiter-8 sahibi olmayı da isterdim, ancak birkaç kez ciddi şekilde niyetlenmeme rağmen fiyatların yüksekliği sebebiyle bu düşüncemden vazgeçtim. Üstelik, Jupiter-8’lerde çok sevdiğim bazı tonlara Alesis Andromeda ile yaklaşabiliyor olmam bu kararı vermemde etkili oldu. Kesinlikle çok farklı synthesizer’lar, ama benim aradığım tonlar bakımından Andromeda tatmin edici.
Analog mu? dijital mi ?
Aslında hem analogun hem de dijitalin güçlü yönleri var, ama illa da kesin bir seçim yapmak gerekirse analog derim. Çünkü özellikle eski analoglarda insan algısını doğrudan hedefleyen bir organiklik var, belki de hayatın kendisinin bizzat analog olması ben ve benim gibi düşünen bazı insanları daha çok cezbediyor. Çok tercih etmesem de daha steril bir ses yapısına sahip modern analoglar bile dikkatli dinlendiğinde farkını ortaya koyuyor. Zaten fiyatların da ucuzlamaya başlamasıyla analoglar yeniden tarih sahnesindeki yerlerini almaya başladılar. Sahip olduğum dijitallerde de düşük bit çözünürlüklü DX-7, D-50 veya JD-800 gibi eski dijitaller daha çok hoşuma gidiyor açıkçası. Aslında dijitaller arasında da bir kıyaslama yaptığımda, eski dijitallerin yenilere kıyasla daha organik ve karakter sahibi olduğunu düşünüyorum. Dijital dediğimizde SynthMaster’a referans vermeden geçemeyeceğim, çünkü dijital teknolojinin sağladığı esneklikleri bolca gözlemleyebileceğimiz bir örnek.
Modüler Synthesizer desek ?
Modüler synthesizer esneklik demek. Ancak, bugüne dek hardware bir modüler almak kısmet olmadı. Daha çok software formatlı modülerler ile bazı denemeler yaptım. Özellikle Doepfer marka modülerden ileride kendime göre ufak bir konfigürasyon hazırlayabilirim.
Synthesizer kahramanınız?
Synthesizer kahramanlarım yapmış oldukları müzik türüne göre değişkenlik gösteriyor. Elektronik müzikte Jean Michel Jarre, new wave gruplarından Duran Duran’in klavyecisi Nick Rhodes ve jazz fusion grubu Spyro Gyra’nin klavyecisi Tom Schumann en favori isimlerdir benim için.
En beğendiğiniz parça, synthesizer riff veya solo?
Bu sorunuza belki parça olarak cevap vermek daha kolay ve kesinlikle birden fazla cevabım var. Paul Hardcastle’dan 19 ve Back In Time, Kim Karnes’den Bette David Eyes, Duran Duran’dan Union of the Snake, Joe Cocker’dan Ruby Lee, Alan Parson’s Project’ten Stereotomy, Curiosty Killed the Cat’ten Misfit, Grandmaster Flash’dan The Message, Level 42’den Children Say, Howard Jones’tan Thing Can Only Get Better ve Love Song, Sapphire’den Make Love to the Music, Michael Jackson’dan Thriller, Mark Spiro’dan Winds of Change, Scritti Politti’den Wood Beez, Imagination’dan Looking at Midnight, P Lion’dan Happy Children, Stevie Nicks’den Stand Back, Bomb The Bass’den Say A Little Prayer, Jan Hammer’den Miami Vice Theme, Kajagoogoo’dan Too Shy, Gary Low’dan You Are a Danger verebileceğim bazı örnekler. Bu örnekleri hem parça hem de içlerindeki riff, solo vs elementleri sebebiyle çok severim. Verdiğim örnekler genellikle 80’lere ait ama son dönemde maalesef Daft Punk dışında çok da beğenerek dinlediğim synthesizer odaklı parçalar yok.
Türkiye’de synthesizer?
Ülkemizde yeni jenerasyonla birlikte synthesizer’a olan ilgi ve bilinç de arttı diyebilirim. Halen batı dünyasındaki kadar yenilikçi, cesur ve deneysel riff ya da soloları popüler müzikte göremiyoruz maalesef. Belki de kulakların alışık olduğu müzikler buna pek izin vermiyor. Hatta 80’ler ruhuna göre tasarlanıp üretilmiş, vokal unsur destekli çalışmalar yapayım diye de düşünmüyor değilim son dönemlerde.
“Synthesizer Teknolojileri ve Programlama” Projenizden bahseder misiniz, ?
Bu proje benim epey zamandır kafamda olan, ancak hayata geçirip geçirmemekte tereddüt ettiğim bir fikirdi. Sevgili Ufuk Önen ile tanışmamız ve onun beni bu konuya teşvik etmesiyle birlikte bu fikri hayata geçirmeye karar verdik. Birlikte uyumlu bir ekip çalışması gerçekleştirdik. Kitap fikir aşamasından yayına kadar yaklaşık iki yıllık bir süre aldı ama aslında kitabın özü üç ayda falan ortaya çıktı diyebilirim. Daha sonra ufak tefek revizyonlar, çizimlerin hazırlanması, kapak tasarımı ve röportajlar vs derken bahsettiğim sürelere ulaştık tabii ki. Bu noktada bize inanan Çitlembik Yayınevi’ne de teşekkür etmem lazım mutlaka, her zaman yanımızda oldu yayınevi. Hatta bu işbirliğimizi daha da öteye taşıdık ve bir başka kitap projesi daha tamamladık, 2014’ün ilk aylarında piyasaya çıkacak muhtemelen. Synthesizer kitabında kullanılan resimler evimde bulunan kendi synthesizer’larıma ait resimlerdir. Keyifli bir çalışmayla evimin salonunu uygun ışık sistemleriyle vs bir fotoğraf stüdyosuna dönüştürdük ve çekilen resimlerden beğendiklerimizi yayınevi ile paylaşarak kitabın içinde kullanılmasını sağladık. Kitap kapağında yer alan synthesizer ise Prophet-5’ime aittir. Kitabın anlatım diline son derece büyük bir özen gösterdik. Aslında teorik temeller oldukça derin, ancak okuyucu profili içinde yer alabilecek hemen her türlü kesimden insanın anlayabileceği bir anlatım diline ulaşmaya çalıştık. Kitabın anlatım dilini ağır bulan birkaç yorum dışında bugüne dek son derece olumlu ve teşvik edici yorumlar aldık. Yakın gelecekte içeriği daha da genişletmeyi hedefliyoruz. Kitabın İngilizce versiyonu da mevcut, ancak yurtdışı piyasalarda rakip kitapların çok fazla olması sebebiyle yabancı bir yayınevi ile anlaşma yapma yönünde fazla bir ilerleme kaydedemedik. Ama yine de kitabın Türk okuyucu kitlesi arasında kabul görüp, saygı duyulan bir noktaya erişmesi bizleri zaten fazlasıyla mutlu etti.
Sizi bu kitabı yazmayı düşündüren sebep neydi ?
Bu kitabı yazmamızdaki en önemli etken Türkiye’de daha önce bu derinlikte bir kitap yazılmamış olmasıydı. Bilgisayarla müzik yapımını anlatan, synthesizer konusu üzerinden hafifçe geçen birkaç Türkçe kaynak var, ama hiçbiri bilimsel temellere inen ve mühendislik yaklaşımı ile konuya soyutlama getiren kitaplar değiller. Dolayısıyla, kitap tüm bu ihtiyaçlara cevap verebilmek üzere yazıldı. Kitap içeriğinde “tutorial” düzeyinde basit bir seviyede ilerlemek de mümkündü, ama bunu pek tercih etmedik ve olabildiğince derine inmeye ama anlaşılır olmaktan da ödün vermemeye gayret ettik. Zaman içinde çeşitli devlet üniversitelerinde ve özel eğitim kurumlarında kitabın kaynak kitap olarak kullanıldığını öğrenmek bizi ayrıca mutlu etti. Lise yıllarımdan gelen bu merak ve aldığım mühendislik eğitimi güzel bir takım çalışması içinde bu kitabın ortaya çıkmasına yardımcı oldu.